Enstitü Başkanı Ateş: 15 Temmuz’u dünyaya anlattık

Yazıcı-dostu sürüm

Yunus Emre Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Şeref Ateş, TRT Kent Radyo Ankara'da, Mahpeyker H. Aksu Sancar'ın sunduğu Başkent Güncesi programının canlı yayın konuğu oldu.

Prof. Dr. Ateş, 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra Enstitünün yurt dışında gerçekleştirdiği faaliyetlere değinerek “Türkiye'nin maruz kaldığı bu darbe girişimini bütün dünyaya anlattık.” dedi.

İşte programda konuşulanlar…

Yunus Emre Enstitüsü aslında hepimizin bildiği Türkiye’yi, Türk dilini, kültürümüzü hem yurt içinde hem yurt dışında çok güzel çalışmalarla anlatan önemli bir Enstitü. Hepimiz bunu biliyoruz. Fakat sizden dinlemeyi arzu ediyoruz. Yunus Emre Enstitüsünün diğer Enstitülerden farkı nedir? Vizyonu, misyonu ve ne tür çalışmalar yapıyorsunuz detaylarını da süre içerisinde konuşmaya çalışacağız.

Öncelikle teşekkür ediyorum. Yunus Emre Enstitüsü bildiğiniz gibi 2009 yılında Ankara’da kurulmuş bir kamu vakfıdır. 2009 yılından itibaren yurt dışında Türk kültür merkezleri açmaya başladı. İlk açtığı merkez 2009 yılında Saraybosna’dır. İlk yıllarda özellikle Balkanlar’da çok sayıda merkez açıldı ardından Arap ülkelerinde Türk dünyasında ve üçüncü aşamada da biraz daha batı Avrupa, Amerika ve uzak Doğu’da açılmaya başladı. Girişte de bahsettiğiniz gibi Yunus Emre Enstitüsü yurt dışında Türkiye’nin imajını, Türkiye algısını pozitif hale getirmek için faaliyetler yapar. Bunun için en temel çalışma alanları Türkçe öğretimi, Türkiye ile ilgili faaliyetler, Türk kültürü, sanatı, edebiyatı, sineması gibi bütün bu güzel unsurları yurt dışında tanıtmak ve bununla ilgili etkinlikler yapar. Bu etkinlikleri yapmasındaki temel amaç da farklı milletlerden insanları Türkiye’ye daha yakın hale getirmek, Türkiye’nin argümanlarının haklılığını bir nebze olsun dünyaya aktarabilmek, dünyayla ilişki ve iletişim ağları oluşturmaktır. Bu konuda da farklı çalışmalar yapıyor. Düzenli kurslar tertipleniyor. Türkçenin yabancı dil olarak öğretilmesi konusunda çok ciddi faaliyetler yapılıyor ve bu faaliyetler neticesinde de Türkçeyi öğrenerek Türk kültürüne bir yakınlık hissetmeleri sağlanıyor yurt dışındaki ülkelerde.

Aslında en önemli ayaklarından bir tanesi olarak düşünüyorum. Peki, yurt dışında Türkçenin yabancı dil olarak öğretilmesi üniversitelerde mi oluyor?

Bizim iki tür çalışma alanımız var. Birincisi kendi açtığımız merkezlerde Türkçe kursları düzenliyoruz. İkincisi de üniversitelerin Türkoloji bölümlerine hocalar gönderiyoruz. Kütüphaneler kuruyoruz onlarla yaptığımız anlaşmamız neticesinde üniversite bünyesinde ya akademik olarak Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünün açılması konusunda teşvik ediyoruz ya da seçmeli ders olarak Türkçenin okutulması için faaliyet gösteriyoruz. Bu anlamda yurt dışında 80 tane üniversite ile anlaşmamız var muhtelif ülkelerde. Bu ülkelere Türkiye’den YÖK ile bir anlaşmamız var bu anlaşma çerçevesinde üniversitelerde projelerimizi bu alandaki hocalarımızı talep doğrultusunda yurt dışına gönderiyoruz ve böylelikle çok yaygın bir şekilde Türkçe öğretmeni yetiştiren Türkoloji alanında çalışmalar yapabilecek öğrencilerin yetişmesi için yurt dışındaki üniversiteler bünyesinde bu tür faaliyetlerde yapıyoruz. Yani iki tür Türkçe ile ilgili çalışmamız. Üçüncü bir alan daha var yani birincisi biz hızlı bir şekilde yurt dışında merkezler açıyoruz. Biz 2009 yılından beri şu anda yurt dışında 46 merkezimiz var, Aralık sonuna kadar 50’yi bulacak. 2 merkezimiz Pakistan’da Karaçi ve Lahor’da açılacak. Bir merkezde Brezilya’da açılacak. Şu anda 41 ülkedeyiz özellikle Bosna Hersek’te iki merkezimiz var; biri Mostar’da, biri Saraybosna’da.

İhtiyaç doğrultusunda da bunlar olabiliyor değil mi?

Gayet tabii. Birçok yerde ve ihtiyaçları karşılayamayacak derecede talepler var. Bu anlamda tabi bizim merkez kurma gibi bir sorumluluğumuz var. Diğer taraftan da kurulan merkezlerde uygun personellerin yetiştirilmesi, kültür diplomasisi alanında insanların çünkü böyle bir tecrübede yok henüz Türkiye’de. Yurt dışında faaliyette bulunacak insanların Yunus Emre Enstitüsü bünyesinde adeta bir kültür diplomatı ya da kültür elçisi olması gerekiyor. Bu anlamda da böyle bir eğitimi tamamlamak için kültür diplomasisi akademisi diye bir birim oluşturduk Yunus Emre Enstitüsü bünyesinde ve ilk faaliyeti yaptı. Şimdi yoğun bir şekilde diğer faaliyetleri de yapacağız. Birinci derecede bizim buradaki amacımız kendi personelimizin yurt dışında gittiği ülkenin kültürüne, sanatına onların anlam dünyasına düşünce dünyasına intibak sağlayacak ama aynı zamanda kendi değerlerinden, kendi öz kültüründen taviz vermeyecek ve iki kültür arasında iletişimi sağlayabilecek nitelikte bir tarafta siyasi ya da uluslararası ilişkiler alanında donanıma sahip, diğer taraftan estetik anlayışı gelişmiş, aynı zamanda bizim eskiden kültürümüzde olan bu Alperen geleneği nasıl Anadolu’ya insanlar geldikten sonra Anadolu bir anlamda Türklerin yurdu olmuş ise bu da savaşlarla, fetihlerle olmuş bir şey değil gönüllü bir şekilde gelinerek buradaki insanlara yardımcı olarak burayı yurt edinmişler Türkler. Aynı şekilde gittiğimiz ülkelerdeki personelimizin de bu hassasiyetlere sahip olmasını istiyoruz onun için kültürel diplomasisi akademisi bünyesinde kendi personelimizi eğitmek istiyoruz. Daha sonrada yurt dışında diğer kurum personellerini eğitmek için çalışmalar yapıyoruz. Çünkü yurt dışında diplomasi işi tabi ki büyükelçiliklerin. Onlarda Türk Dışişleri Bakanlığı çok uzun bir geçmişi olan geleneği olan bir kurum. Kendi diplomatlarını olağanüstü güzel bir şekilde yetiştiriyorlar fakat sivil toplum kuruluşları ve bizim gibi yarı resmi devlet kuruluşları bu anlamda insan yetiştirme konusunda sıkıntıları var. Bunu telafi etmek için böyle bir girişimde bulunduk çünkü mevcut şartlar içerisinde biz en iyisini yapmak istiyoruz yurt dışında tanıtım görevini layığıyla yerine getirmek için öncelikli olarak yetişmiş insanın önemli olduğunu düşünüyoruz

Hangi ülkelerde merkezleriniz var ve oralarda ne gibi faaliyetler yapıyorsunuz?

Bizim şu anda 41 ülkede merkezimiz var. Bazı ülkelerde birden fazla merkezimiz var. Örneğin Bosna Hersek'te, Mısır'da olduğu gibi. Yıl sonuna kadar hedefimiz 50 merkez sayısına ulaşmak. 2023 vizyonu olarak da hedefimiz bu sayıyı 100'e çıkarmak. Burada tabi amacımız bir ülkede gidip merkez açmak iki ülke arasındaki anlaşmalar çerçevesinde oluyor. Bu sürecin de birçok zorluğu oluyor. Bazen kültür anlaşması olmayan ülkelerde zorluklar çıkıyor. O takdirde de biz genellikle oranın yasalarına uygun bir dernek ya da vakıf kuruyoruz ve bu şekilde çalışmalara başlıyoruz. Şu anda Hollanda'da, Belçika'da ya da Londra'da benzer statü farklılıkları var. Bu merkezlerimizde temelde tabi ki öncelikle oradaki insanların ihtiyaçlarına uygun bir şekilde faaliyet yapmak geliyor. O nedenle de her ülkenin şartlarına uygun faaliyet türleri hazırlıyoruz. Örneğin Tokyo'da yaptığımız faaliyet, Arnavutluk'ta aynı şekilde yankı uyandıramayabiliyor. Burada tabi özellikle Türkiye açısından da önemli bir kazanım. Bizim sayemizde Türkiye de farklı toplumların hassasiyetini, kültür özelliklerini ve detaylarını öğrenmiş oluyor. Tabi bu detaylara uygun projeler geliştirmek gerekiyor çünkü bizim Türkiye içerisinde, Ankara'da veya İstanbul'da projelendirdiğimiz bir konu, aynı şekilde Berlin'de veya Londra'da ilgi görmeyebilir. Dolayısıyla oranın insanına, oranın toplumsal yapısına uygun faaliyet nasip olur. Bu konuda bizim çalışanlarımız bu değerlendirmeleri yapıyorlar. O değerlendirmeler neticesinde biz projeleri onaylıyoruz ve yurt dışında faaliyet gösteriyoruz.

Nicelikten çok, nitelikli kültür merkezleri yani?

Elbette. Aslında istesek farklı ülkelerde çok hızlı bir şekilde merkezler açmak da mümkün. Binasından oranın donanımına, oradaki çalışanların niteliğine kadar hepsi önemli. Türkiye Cumhuriyeti bu anlamda çok geç kaldı. Bunlar, başka ülkelerin yüzyıllardır yaptığı işler. British Council'ın, Goethe Enstitüsünün en az 50 yıllık bir tarihi var. Dolayısıyla siz başka ülkelerle sadece diplomatik kanallarla iletişime geçemiyorsunuz. Diplomasi eskiden kapalı kapılar ardında yapılan bir şeydi. Ama modern toplumlarda artık insanlar birebir iletişim kurabildiği için, dünya küçüldüğü için şu anki konuşmamızı Amerika'daki biri de dinleyebilir, başka ülkeden birisi de dinleyebilir. Eskiden bunlar bile çok önemli araçlardı. Dolayısıyla kültürel anlamda da başkalarını etkilemek, olumsuz düşünceleri olumluya çevirmek için bu kanalları kullanmamız gerekiyor. Bu kanalların kullanılabilmesi için de gittiğimiz ülke insanına, mantalitesine, politik yapısına saygı göstermemiz gerekiyor. Farklı görüşler olabilir, farklı bakış açıları olabilir. Bu bakış açılarından dolayı hakikatler de farklı görünebilir. Yani bizim için doğru olan gerçek, başkaları için doğru olmayabilir. Bunlara dikkat ederek faaliyet yapmaya çalışıyoruz.

Bizim bazı ülkelerde daha hızlı, daha açık bir strateji izlememiz bekleniyor. Özellikle Balkanlar'da böyle bir bekleyiş var. Bu nedenle de çok daha aktif faaliyet yapıyoruz. Örneğin geliştirdiğimiz "Tercihim Türkçe" projemiz var. Bu proje sayesinde daha ilkokuldan itibaren çocuklar Türkçeyi ikinci yabancı dil olarak almaya başlıyor. Burada tabi tercih söz konusu. Bu tercihi yaptırabilmek için de ilgili okullarla sürekli ilişki halinde olmanız gerekiyor. Şu anda bu proje içinde Mısır, Polonya, Gürcistan gibi yedi ülkede o kadar güzel uygulanıyor ki… Tabi bunu bir adım ileri taşımak da istiyoruz. Anaokullarında da Türkçeyi öğretmek istiyoruz. Buradaki hedef kitle yurt dışındaki Türkler değil tabi. Hedefimiz Bosna'da yaşayan Boşnak çocuklara oyunla, müzikle Türkçeyi sevdirmek. "Tercihim Türkçe" sayesinde de çok akademik bir Türkçeden ziyade, ilk etapta Türk kültürünü tanıtma, Türkiye ile irtibat kurmalarını sağlama, Türk okullarıyla tanıştırma, Türk ailelerle tanıştırma gibi hedeflerimiz var. Bu sayede de okullarda Türkçe tercih edilmeye başlıyor. Tabi orada derslere girecek hocaları eğitmek de ayrı bir iş sahası. Onlara mesleki donanımlarını artırmak için bir eğitim sunuyoruz. Sadece mesleki donanım değil, yabancı dil olarak Türkçenin öğretimi ile ilgi eğitim ve sertifika veriyoruz. Bu sertifika eğitimi yıllardır Türkiye'deki üniversitelerimizle iş birliği içinde gerçekleştiriliyor. Yakın tarihte başlayacak olan, Gazi Üniversitesi ile ortaklaşa bir sertifika eğitimi başlayacak. Bu sertifika programına katılan ve başarılı olan adaylar bizde yabancılara Türkçe eğitimi konusunda istihdam edilme imkânı buluyorlar.

Biz yurt dışında yaklaşık 80 tane Türkoloji Bölümünü destekliyoruz. Buradan mezun olan öğrencileri istihdam etmek için gayret gösteriyoruz. Bu da oradaki öğrenci adayların bu bölümü tercih etmeleri için önemli bir neden teşkil ediyor. Bu bölümlerden mezun olanlar Yunus Emre Enstitüsü vasıtasıyla iş bulabiliyor. Orta dereceli okullarda Türkçe öğretmeni olarak istihdam ediliyor. Bu da önemli bir tercih sebebi oluyor. Fakat sadece Türkçe bölümleri veya Türkçe hocaları değil, Türkiye'den diğer alanların hocaları da talep ediliyor. Çünkü Türkiye son on yılda hakikaten çok önemli adımlar attı. İyi bir Türkiye modeli oluştu. Her ne kadar yurt dışında Türkiye algısını olumsuz hale çevirmek için olağanüstü propagandalar yürütülse de… Özellikle Batı ülkelerinde iki türlü kamuoyu var; uluslararası medyanın yönlendirdiği Türkiye aleyhinde bir kamuoyu, bir de halkın kamuoyu. Çünkü insanlara birebir ulaşmak daha önemli. Bu sadece Orta Doğu'da veya Arap dünyasında değil -ki onlara da değinmemiz lazım- Batı ülkelerinde bile Türkiye alternatif bir model olarak görülüyor. Çünkü Batı'da artık sosyal demokrat hareketler zaafa uğradı, sürekli kaybediyorlar. Daha halkçı, daha eşitlikçi bir söylem Batı'da asla rövanşta değil. Bu tür hareketler de bastırılıyor bir şekilde. Bu yüzden halklar, özellikle Batı'da, Amerika'da Türkiye'yi takip edenler, burada alternatif bir söylemin olduğunu görüyorlar. Ülkenin gelir seviyesini daha eşit bir şekilde halka dağıttığını görüyorlar. Dolayısıyla Türkiye'ye karşı böyle bir siyasi yakınlık da oluşuyor. Bu anlamda da Türkçe öğrenmek, Türkiye ile iş yapmak, Türkiye'nin argümanlarını savunmak Batı'da bile önemli bir farklılık. Diğer taraftan özellikle halkı Müslüman olan ülkelerden olağanüstü bir destek var. Bu konuda en son Kudüs'e gittiğimde oradaki kanaat önderleri "Biz 15 Temmuz'da sabaha kadar dua ettik. Biz Türkiye için değil asker, kurşun olmaya bile razıyız." Dediler. Bunu diyen birçok insan var. Bu anlamda da Yunus Emre Enstitüsüne büyük bir görev düşüyor. Farklı ülkelerdeki insanları Türkiye'dekilerle buluşturmayı bir görev olarak biliyoruz. Bu yüzden sadece o Türkoloji bölümlerini desteklemek değil, o ülkelere farklı alanlarda da hoca göndermek istiyoruz. Oradaki üniversitelerle, oradaki gençlikle irtibata geçmek zorundayız. Yani kendi argümanlarımızı sadece içeride değil, dışarıda da anlatmak durumundayız. Çünkü Türkiye farklı bir model çizdi ve bunda da başarılı oldu. Etrafı kan gölü olduğu halde, istikrarlı bir şekilde kendi yoluna devam edebiliyor. Ekonomik kalkınma hamlelerini devam ettiriyor. Kendi özgün modelini geliştiriyor.

Diğer taraftan ülkelerin basın kuruluşlarına yakın olmak gerekiyor. Bu irtibatı kesmemek gerekiyor. Çünkü hakikati farklı şekilde anlatabiliyorlar, sunabiliyorlar. Türkiye aleyhinde sürekli olumsuz yayınlar yapılıyor. Bunlara en güzel cevap, kendi ülkelerinde bu tip organları kullanmak. Bu anlamda da Türkiye Cumhuriyeti son yıllarda olağanüstü bir gayret gösteriyor. Tabi 15 Temmuz Darbe Girişimi Türkiye içinde olduğu kadar yurt dışında da sarsıntılar oluşturdu. Bunda da kendimizi hızlıca telafi edip, bunları tekrar anlatmamız gerekiyor. Biz de Yunus Emre Enstitüsü olarak 16 Temmuz'dan itibaren yurt dışında bu kanalları açık tuttuk. Türkiye'nin maruz kaldığı bu darbe girişimini bütün dünyaya anlattık. Bu anlamda da bu organların açık olması gerekiyor.

Mevcut süreci dikkate alırsanız özellikle yurt dışı faaliyetleriniz nasıl devam edecek?

İnsanların bilgilenmesi önemli. Yunus Emre Enstitüsü olarak bulunduğumuz ülkelerde öncelikli olarak 15 Temmuz'a yönelik faaliyetler yaptık. Özellikle Türkiye'den iki ülkenin dilini bilen insanları, akademisyenleri, gazetecileri götürdük. Sadece kendi merkezlerimizde sunum yaptırmadık, aynı zamanda o ülkelerin medyasıyla ve üniversiteleriyle buluşturduk ve Türkiye'de yaşanılan gerçekleri çeşitli faaliyetler vasıtasıyla yurt dışında duyurmaya çalıştık çünkü farklı ülkelerde bu konuda Türkiye aleyhli çok yoğun propaganda yapılıyor. Hazırlıksız yakalandığımız için keşke diyorum, keşke Türkiye daha 15 Temmuz'da tüm dünyada kendi argümanlarını, başına gelen bu felaketi anlatabilseydi. Ama yine de bir-iki hafta içerisinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendi kurumlarıyla toparlandı. Biz de Yunus Emre Enstitüsü olarak sadece kendimiz 15 Temmuz ile ilgili faaliyetler yapmakla yetinmeyip yurt dışında bilgilendirme, enformasyon, yayın şeklinde 15 Temmuz'u anlatan bütün projeleri destekledik. Yoğun bir şekilde hedef kitleye ulaşabildiğimiz kanaatindeyim. En son Brezilya'da böyle bir faaliyet yaptık. Oldukça yoğun bir ilgiyle karşılandı çünkü insanlar Türkiye'de olup bitenleri ancak Batı medyası aracılığıyla duydular. Bunu doğru anlatılması tabii ki çok önemliydi. Avrupa ülkelerinde de benzer şekilde faaliyetlerde bulunduk. Yavaş yavaş gerçekleri görmeye başladılar çünkü 15 Temmuz doğru bir şekilde anlatılmamıştı.

Bizim bu kapsamda yaptığımız bir diğer faaliyet de GPDNet isimli Küresel Kamu Diplomasisi Ağı var ve Yunus Emre Enstitüsü Türkiye adına bu Ağın 3 yıllığına dönem başkanlığını, 15 Temmuz darbe girişiminden çok kısa bir süre önce, Haziran 2016 itibariyle biz üstlendik. Bu vesileyle biz hemen bir proje geliştirdik ve GPDNet üyesi kurumların başkanlarını, o ülkedeki önemli akademisyen ve gazetecileri Türkiye'ye davet ettik. Onlarla hem bir Anadolu Medeniyetleri Turu yaptık hem de 15 Temmuz Darbe Girişiminde hasar gören önemli merkezlerden biri olan TBMM'nin nasıl bombalandığını yerinde gösterdik. TBMM'deki hasar gören noktaları görünce dediler ki "Türkiye'de gerçekten darbe girişimi olmuş." Demek ki sanal bir dünyada yaşadığımız için insanlar gerçeği birebir görerek ve dokunarak yaşamadıkları için; uluslararası medya nasıl sunuyorsa, sosyal medya nasıl tanımlıyorsa insanlar da öyle zannediyor. Onun için de tabii ki Yunus Emre Enstitüsü gibi kurumlar önemli. Yurt dışındaki halklarla temas edebilen bir kurum. Bizim avantajımız yurt dışındaki insanlara ulaşabiliyor olmamız. Bu diplomatik kanallarla elde edilemeyecek bir ağdır. İnsanlar Türkiye insanıyla, Türk kültürüyle irtibata geçebiliyor. Muhtelif projelerle bunları gerçekleştiriyoruz. Zaman zaman Balkan ülkelerinde olsun, Arap ülkelerinde olsun farklı gruplara Türkçe dersleri düzenliyoruz. Bunlar askeri yetkililerden tutun, içişleri bakanlığı mensuplarına kadar farklı kanalları kullanıyoruz. Onlarla temaslarımız neticesinde birçok grup zaman zaman Türkiye'ye geliyor. Böylelikle Türkiye'de onlarla ilişkide bulunabilecek kurumlarla irtibatı sürdürüyorlar. Böylelikle Türkiye ile kalıcı dostlukları oluşuyor.

Balkan ülkelerinde Tercihim Türkçe Projesi kapsamında İstanbul İl Millî Eğitim Müdürlüğüyle birlikte kardeş okullar belirledik ve Türkiye'den öğrenciler Bosna-Hersek'e gitti. Bosna-Hersek'ten öğrenciler Türkiye'ye geldi. Bu hâlâ devam ediyor. Bu tür etkinlikleri tetiklediğimizde ilişkiler daha kalıcı hâle geliyor. Bir kerelik bir faaliyet yapıp bitirmiyorsunuz.

Yurt içinde ne gibi faaliyetler yapılıyor?

Yurt içinde genellikle biz yurt dışı personelimizin niteliğini artırıcı faaliyetler yapıyoruz. Özellikle merkezimizin bulunduğu ülkelerdeki büyükelçilik ve konsolosluklarla da ortak faaliyetler yapıyoruz. En son Pakistan Büyükelçiliği ile birlikte fotoğraf sergisi gerçekleştirdik. Bizim yine bu 6 yıllık süreç içerisinde istikrarlı bir şekilde yaptığımız hem kendi merkezlerimizden hem de üniversitelerdeki Türkoloji Bölümlerinden seçtiğimiz başarılı gençleri her yaz Türkiye'ye getiriyoruz. Türkçe Yaz Okulu adı altında 1 aylık yoğunlaştırılmış Türkçe kursuna tabi tutuluyor ve Türk kültürüne dair etkinliklere katılıyorlar. Bu 5 yıldır devam eden bir proje. Bu yıl 15 Temmuz'a rağmen 540 üniversite öğrencisi geldi. Olağanüstü başarılı bir yaz okulu oldu. Bir aylık Türkçe Yaz Okulu'nun ardından Türkçe Bayramı düzenliyoruz. Türkçe Bayramı bittikten sonra ülkelerine dönüyorlar. Bu yıl ikincisini düzenledik. İnşallah gelecek yıl daha büyük bir katılımla daha büyük bir Türkçe Bayramı gerçekleştireceğiz. Türkçenin uluslararası arenada daha yaygın olarak kullanılması için gayret ediyoruz. Hem ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite çağında Türkçeyi öğrenmeyi teşvik ediyoruz hem de Türkçenin bilim dili olarak da kabul edilmesi için yurt dışındaki projeleri de destekliyoruz. Mesela İstanbul'da Sağlık Bilimleri Üniversitesiyle bir anlaşma yaptık. Bu çerçevede Somalililerin sağlık alanında eğitim yapması için kendi ülkelerinde açılan okullarda biz Türkçe öğreteceğiz. Somali'ye gönderdiğimiz hocalar vasıtasıyla biz orada hem öğrencilere hem de eğitim verecek kişilere Türkçe öğretiyoruz. Eğitim dili Türkçe olacak. İkinci etapta açılacak olan tıp fakülteleri de Türkçe eğitim verecek. Bir tarafta Türkiye'de üniversitelerimiz İngilizce eğitime geçerken biz de yurt dışında üniversiteleri ikna ediyoruz ve Türkçe eğitimini teşvik ediyoruz. Yurt dışındaki faaliyetlerimize oranla yurt içinde faaliyetler yapmıyoruz. Kültürel Diplomasi Akademisi olsun, Yabancılara Türkçe Öğretimi Sertifika Programı olsun, üniversitelerle işbirlikleri olsun, bir anlamda Türkiye bizim mutfağımız, bu mutfakta üretilen ürünleri bazen proje amaçlı İstanbul ya da Ankara'da gerçekleştiriyoruz ama ekseriyetle yurt dışına çıkarıyoruz. Bu anlamda belki en son örnek olarak Türkiye'deki Suriyelilerle ilgili faaliyetlerimiz gösterilebilir. Hem Türkçe desteği hem materyal desteği veriyoruz hem de onların farklı kabiliyetlerini geliştirici projelere destek veriyoruz. Bu projelerdeki başarı oranlarını dikkate alarak ve geliştirerek yurt dışına taşıyoruz.