İtalyan Uzmanlar ile Türkiye Üzerine Sohbetler

Yazıcı-dostu sürüm

Roma Yunus Emre Enstitüsü tarafından hazırlanan "Türkiye Üzerine Sohbetler” programı kapsamında her hafta farklı konularda uzman ve Türkiye ile ilişkisi bulunan konuklar, Türkiye ve Türk kültürüne ait tecrübe ve anılarını izleyiciyle buluşturuyor.

İLK KONUK İTALYA’NIN ESKİ TÜRKİYE BÜYÜKELÇİSİ CARLO MARSILI

İlki 6 Aralık 2020 tarihinde düzenlenen "Türkiye Üzerine Sohbetler" programının bu haftaki konuğu İtalya’nın eski Türkiye Büyükelçisi Carlo Marsili oldu.

Enstitü Başkanı Prof. Dr. Şeref Ateş’in de katıldığı söyleşide uzun yıllar Türkiye’de bulunmuş olan ve ömür boyu Türkiye Büyükelçisi olarak anılan Carlo Marsili, Türkiye’nin toplumsal yapısından uluslararası ilişkilere, Türk Diplomasisinden Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine uzanan birçok konuda Türkiye hakkındaki bilgi ve gözlemlerini dile getirdi. Enstitü Başkanı Prof. Dr. Şeref Ateş ise Türkiye ve İtalya’nın kültürel anlamda yakın ülkeler olduğuna ve birbirlerinden öğrenecekleri birçok şey olduğuna vurgu yaptı.  Sosyal medya hesaplarından canlı yayınlanan program büyük bir ilgiyle izlendi.    

MARSILI: YUNUS EMRE İLE GIORDANO BRUNO İNSANLIK TARİHİ İÇİN REFERANSTIR

Sevim Aktaş’ın “Türkiye’yi nasıl tarif edersiniz, Türkiye dendiğinde aklınıza ilk gelen nedir?” sorusunda yönelik olarak Büyükelçi Marsili şöyle cevap verdi:

“Öncelikle Roma Yunus Emre Enstitüsü Müdürü sayın Sevim Aktaş’a teşekkür ederim. Ben Roma Yunus Emre Enstitüsünün bütün faaliyetlerini çok büyük bir ilgiyle takip ediyorum. Çünkü gerçekten iki ülke arasında çok ilginç ve çok zengin olması açısından ve bunun ötesinde iki ülke bağları açsından çok önemli bir görev üstlenmekte ve faaliyetler gerçekleştirmekte. Aynı zamanda yine izninizle Enstitü başkanınız sayın Prof. Dr. Şeref Ateş’e huzurunuzda teşekkür etmek istiyorum... Konuşmamız esnasında Giordano Bruno’dan bahsettiniz. Ona atıfta bulunmanız beni gerçekten çok memnun etti. Çünkü Giordano Bruno bizim için gerçekten çok önemli bir şahsiyet. Sadece bizim için değil aynı zamanda insanlık tarihi, evrensel tarih için çok önemli. Kendisiyle Yunus Emre arasında bir bağ kurmanız çok doğru. Bu iki düşünürün kesinlikle insanlık tarihi için ve bizim için çok önemli bir referans teşkil ettiğini düşünüyorum.

Türkiye’yi doğru anlatmanın çok önemli olduğunu vurgulayan Marsili şöyle devam etti: “Türkiye İtalya için çok büyük bir ülke, köklü bir ülke. Bunun özellikle altını çizerek ifade etmek istiyorum. Gerek coğrafya olarak, gerek strateji olarak konumunu düşündüğümüz zaman, Avrupa ile Asya arasında, Doğu ile Batı arasında, Doğu Balkanlar ve Ortadoğu ile çok ciddi bir bağlantı noktasında yer almakta. Tabi ki çok önemli bir konumda bulunmakta. Coğrafi konumu Türkiye’nin Avrupa’nın siyasi haritası içerisinde önemli bir yer işgal etmesini sağlıyor.”

“TÜRKİYE AVRUPA’YA DAHİLDİR”

Türkiye’nin Güney Avrupa’nın Akdeniz’deki menfaatleri için de çok önemli olduğunu söyleyen Marsili Türkiye’nin coğrafi ve kültürel konumunu şöyle anlattı:

“Türkiye’de aynı şekilde, İstanbul’dan da gayet iyi bildiğimiz üzere, Avrupa ve Asya gibi iki yakaya bölünmüş. Bu Türkiye’nin köklü işleri görmesini sağlıyor. Bu coğrafi olarak şöyle bir yanlış anlaşılma getiriyor bazen: Türkiye’nin sanki kültür olarak da ikiye bölündüğünü, iki farklı kültürü yaşadığı gibi yanlış anlaşılmalara neden olabilir. Türkiye’nin AB’ye katılacağı katılmayacağı konusunda ikilik varmış gibi görünüyor. Fakat Türkiye genel olarak baktığımız zaman tamamen Avrupa’ya dahil bir ülkedir. Çünkü Türkiye Avrupa kıtasının Rusya’nın bir bölümüyle birlikte, vazgeçilmez bir parçasıdır. Ben bir doktora tezi de devam etmiştim. Ve bu tez kapsamında Atlantik’ten Ural Dağları’na kadar Avrupa olarak düşünmemiz gerektiğini coğrafi olarak tartışmıştık. Örneğin Kıbrıs Türkiye’nin Batı sınırlarının çok doğusunda ancak Kıbrıs’ın her yönüyle aslında Avrupa’da olduğunu biliyoruz.”

MARSİLİ: ANADOLU’DA YETİŞEN YUNUS EMRE TÜM İNSANLIĞIN DEĞERİDİR

Sevim Aktaş’ın “Türkiye’nin iki ülke arasında coğrafi anlamda köprü işlevi gördüğünden bahsetmiştiniz. Sizce Türkiye kültürel açıdan da iki kültür arasında köprü işlevi mi görüyor?” sorusunu ise Marsili şöyle cevapladı:

“Evet kültürel anlamda coğrafi anlama göre çok daha belirgin olarak vurgu yapmamız gerekir. Kültürel anlamda bir köprü işlevi gördüğünü söylemek isterim. Örneğin Anadolu topraklarında sufizmin doğduğunu hatırlatmak isterim. İnsanlığa mal olmuş, Anadolu ve tüm insanlığın değeri olan sufi şairimiz ve ozanımız Yunus ki bu sene Sayın Başkan'ımızın da hatırlattığı üzere ölümünün 700. yılını anacağız bütün insanlık olarak. Kendisi Anadolu topraklarında yetişmiştir.”

Roma Yunus Emre Enstitüsü Müdürü Sevim Aktaş'ın Doç. Dr. Fabio Grassi ile yaptığı söyleşiyi buradaki linkten izleyebilirsiniz.

DOÇ. DR. FABIO L. GRASSI İLE “ATATÜRK VE YENİ TÜRKİYE”

Türkiye Üzerine Sohbetler programının ikinci konuğu ise Roma La Sapienza Üniversitesinden Doç. Dr. Fabio Grassi oldu. Uzun yıllar Türkiye’de yaşamış, Doğu Avrupa tarihi uzmanı olan Fabio Grassi, 13 Aralık 2020’de düzenlenen programda Roma Yunus Emre Enstitüsü Müdürü Sevim Aktaş’ın sorularına cevap verdi. 

Atatürk üzerine İtalya’da ilk defa yayımlanan kitabın yazarı Doç. Dr. Grassi söyleşide Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu üzerine önemli açıklamalarda bulundu. Tarihçi Grassi Atatürk’ün hayatından kurtuluş savaşına, Batılı devletlerin politik amaçlarından Türkiye’nin yeniden yapılandırılmasına değin birçok konuya değindi. Gerek İtalyan gerekse Türk izleyici kitlesinin ilgisini çeken söyleşi sosyal medya hesaplarından canlı yayınlandı.

Doç. Dr. Fabio Grassi'nın katıldığı programı buradaki linkten izleyebilirsiniz.

PROF. DR. MICHELE BERNARDINI İLE OSMANLI İMPARATORLUĞU’NA BİR BAKIŞ

Türkiye Üzerine Sohbetler kapsamında 20 Aralık 2020 tarihinde düzenlenen programa Napoli Oryental Üniversitesinden ünlü tarihçi Prof. Dr. Michele Bernardini konuk oldu.

Türkiye, İran ve Orta Asya konusunda uzman olan Prof. Bernardini, Roma Yunus Enstitüsü Müdürü Sevim Aktaş’ın soruları eşliğinde Türklerin ilk Anadolu’ya girişinden Osmanlı İmparatorluğunun son dönemi olan Tanzimat’a kadar Osmanlı tarihine genel bir bakış sundu.

Osmanlı İmparatorluğunun çokkültürlü ve çok dilli yapısı vb. birçok konuda soru ve cevaptan oluşan söyleşi oldukça fazla merak ve ilgi uyandırdı.  

Roma Yunus Emre Enstitüsü Müdürü Sevim Aktaş'ın Prof. Dr. Michele Bernardini ile yaptığı söyleşiyi buradaki linkten izleyebilirsiniz.

İTALYAN ŞEF CLAUDIO CHINALI’NIN GÖZÜNDEN TÜRK MUTFAĞI

Türkiye Üzerine Sohbetler programının bu haftaki konusu Türk Mutfağı oldu. Ünlü İtalyan Şef Claudio Chinali’nin konuk olduğu 27 Aralık 2020 tarihinde gerçekleşen programda yemek kültürüne dair renkli bir sohbet gerçekleştirildi. Roma Yunus Emre Enstitüsü Müdürü Sevim Aktaş konuk şef Chinali ile Türk Mutfağının en önemli yemeklerinden sokak yemeklerine kadar birçok lezzet hakkında konuştu. Türkiye’den ve İtalya’dan bir çok izleyicinin katıldığı programda İtalyan Şef, Türk mutfağının en önemli özelliklerinden, Türk sofra adabına, yeme-içme alışkanlıklarımızdan Türk pastacılığına kadar Türk mutfağı hakkındaki sorulara cevap verdi. On yıldan beri Türkiye’de yaşayan ve Türk mutfağını çok iyi tanıyan Şef Chinali Türk ve İtalyan mutfağı arasındaki benzerliklerden ve hemen hemen aynı olan yemek çeşitlerinden de örnekler verdi.

TÜRK MUTFAĞI TAM BİR GÖKKUŞAĞI

Türkiye’nin her bölgesini gezdiğini, başta Antep mutfağı olmak üzere Türkiye’nin bir çok yöresindeki sayısız lezzetleriyle Türk Mutfağının eşsiz bir zenginliğe sahip olduğunu belirten Chinali, son olarak Sevim Aktaş’ın “Türk Mutfağını tek bir kelimeyle nasıl tanımlarsınız?” sorusuna “Gökkuşağı” derdim, diye cevap verdi.

İtalyan Şef Claudio Chinali'nin katıldığı program buradaki linkten izlenebiliyor. 

GIEMPIERO BELLINGERI İLE “TÜRKİYE VENEDİK İLİŞKİLERİ”

“Türkiye Üzerine Sohbetler”in  10 Ocak 2021 Pazar Günü yayımlanan programının konuğu ise Venedik Ca Foscari Üniversitesinden ünlü Türkolog Prof. Dr. Giampiero Bellingeri oldu. Türkiye-Venedik İlişkilerinin konuşulduğu programda Eski Venedik Cumhuriyeti ile Türkiye arasında tarihten günümüze kadar süregelen ticari, diplomatik ve kültürel ilişkiler Prof. Dr. Bellingeri tarafından geniş bir tarih ve edebiyat perspektifiyle anlatıldı.  Programı düzenleyen Roma Yunus Emre Enstitüsü Müdürü Sevim Aktaş Venedik-Türkiye ilişkilerinin günümüzdeki İtalya Türkiye ilişkilerinin temellerinden biri olduğunu ve tarih boyunca her iki toplumun da birbirleriyle olan kültürel etkileşiminin bunda büyük bir katkısı olduğunun altını çizdi ve Prof. Bellingeri’ye bu kültürel etkileşimle ilgili birçok soru yöneltti. Ünlü Türkolog tarihten anekdotlar ve bazı örneklerle açıkladığı iki ülke arasındaki ilişkilerin korunması gereken birer kültürel miras olarak değerlendirilmesi gerektiğini ve bu alanda hala araştırılacak, keşfedilecek birçok konu olduğunu belirtti.

Roma Yunus Emre Enstitüsü Müdürü Sevim Aktaş'ın Türkolog Prof. Dr. Giampiero Bellingeri ile yaptığı söyleşiyi buradaki linkten izleyebilirsiniz.

DOÇ. DR. VERA CONSTANTINI İLE “TARİHTEN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE-İTALYA İLİŞKİLERİ”

Türkiye Üzerine Sohbetler program serisinin 17 Ocak 2021 tarihindeki bölümüne “Tarihten Günümüze Türkiye-İtalya İlişkilerini” konuşuldu. Venedik Ca Foscari Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Vera Costantini programın konuğu oldu.

Venedik ve Osmanlı Levandı hakkında dersler veren Dr. Constantini, Kıbrıs yönetimi ve Kıbrıs’ın Venedik mirası ve Osmanlı kültürü açısından siyasi yapısını incelediği bir doktorası bulunuyor.

İngilizce, Fransızca, antik ve modern Yunanca, Türkçe bilen Dr. Constantini Osmanlıca ve Ladino dilleri üzerinde ve paleografya alanında da çalışıyor.

Sevim Aktaş’ın İtalya ve Türkiye arasında ilişkilerin ne zaman başladığına dair sorusuna Doç. Dr. Constantini söyle cevap verdi:

“İtalya’nın bir ülke olarak uluslararası kabul görmesi Osmanlı İmparatorluğuna bağlı bir olay. Çünkü Camillio Benso Cavour (Kavur), o zaman kendisi, Savoya hükümetin başındaydı ve İngiltere tarafından desteklenmekteydi. Kendisi İtalya’nın birleşmesini konusunu Avrupa güçlerinin dikkatine tam da Kırım Savaşı esnasında sunmuştu. Ve nitekim Sardunya krallığı Çarlık Rusya’sı ile yaşanan bu ihtilaf sırasında Osmanlılar tarafında bir destek vereceğini ifade etmişti. Nitekim de Savoya hükümdarı İtalya’nın birleşmesinden sonraki 30 yılın da baş kahramanı olacaktı. Onun için benim düşüncem şu ki, gerek İtalya’nın bu savaşa dahil olması, gerekse İtalya’nın birleşmesinden sonraki siyasi olaylar bir Avrupa güçleri resitali olarak tarif edebileceğimiz, bir taraftan Çarlık Rusya’sının genişlemesini engelleyen bir taraftan da Osmanlı’nın sınırlarının korunmasını sağlayan o sürecin tesadüfi olmadığını düşünüyorum. Siz çok haklı olarak halkların buluşmasından bahsettiniz. Fakat bugünkü İtalya ile bugünkü Türkiye yani bildiğimiz şekliyle bu hakların ilk temaslarına baktığınız zaman halklardan ziyade yönetici tabakası arasında bazı temaslar gerçekleştirdiğini görüyoruz. Rüstem Bey kendisi Torino’da Osmanlı Sultanını büyükelçisi olarak bulunmaktaydı ve İtalya’nın birleşmesi sırasında tüm bu olaylara bizzat tanıklı etmişti. Kendisi Savoya eliti içinde çok güzel bir yer edinmişti.”

Constantini, Osmanlı bünyesinde İtalyan kökenli yüksek rütbeli devlet adamlarının bulunmasının Osmanlı-İtalya arasındaki ilişkileri güçlendirdiğini söyledi.   

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra ise Türkiye’nin medeni kanunun İsviçre’den, ceza kanunu ise İtalya’dan aldığına dikkat çeken Dr. Constantini, iki ülkenin bir dönem tek parti sistemiyle yönetildiğini söyleyerek, “Kemalizm’i faşizmle kıyaslamayı uygun görmediğim gibi bunun çok büyük ve affedilemez bir yanlış olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu iki olgunun doğuşuna, gelişine ve sonlanışına baktığımız zaman arada ciddi farklılıklar olduğunu görüyoruz. Bunlardan bir tanesi, Mustafa Kemal Atatürk’ün hiçbir zaman kendisini bir diktatör olarak tanımlamadığı ve bu şekilde tanımlanmaması gerektiği. İkinci olarak da faşist İtalya’da seçimler gerçekleşmezken, Türkiye’de parlamenter bir sistemin olduğu ve seçimlerin gerçekleştirildiğinin yine altını çizmek istiyorum.” dedi.

Sevim Aktaş’ın “İki ülke arasında her zaman çok canlı ve çok dinamik bir etkileşim oldu. Kültürel alanın da bundan geri kalmadığını söyleyebiliriz. Size göre iki ülkeyi birbirine bağlayan kültürel unsurlar, en öne çıkanlarını bizim için listeleyebilir misiniz” sorusun Dr. Constantini şöyle yanıtladı:

“Benim görüşümce Türkiye ile İtalya arasındaki ilişkilere yeterince önem verilmediği sürece iki ülkenin özellikle dış politika alanında yaşadığı zorlukları aşamayacağını düşünüyorum. Yani bu alana daha fazla önem vermemiz ve bu alan üzerinde daha fazla çalışmamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü iki ülke karşılıklı tarihleri bakımından çok ciddi bir ortaklık sergilemekte, aynı zamanda sanayi yapımız, ekonomik yapımız bakımında çok büyük ortaklıklarımız var. Çünkü iki ülkenin ekonomisi de küçük ve orta ölçekte işletmelere dayanan bir yapıya sahip. Akdeniz’de güvenlik meseleleri açısından birçok ortak menfaatimiz var. Şu an içinde yaşadığımız ve dünyadaki denge mekanizmalarının değiştiği dönemde, benim görüşümce önemli olan bir şekilde yanlış anlaşılmaları, bencillikleri, şahsi ve ulusal menfaatleri bir kenara bırakıp demokratik prensipler ve modern prensipler etrafında buluşmamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Türk halkının bu prensipleri nasıl önemsediğini ve nasıl yaşamına nasıl büyük bir tutkuyla entegre ettiğini birçok farklı imkânda göstermiş bir topluluk. Bu yakınlaşmanın umarım ki Avrupa Birliği şemsiyesi çerçevesinde canı gönülden diliyorum.

Roma Yunus Emre Enstitüsü Müdürü Sevim Aktaş'ın Doç. Dr. Vera Costantini ile yaptığı söyleşiyi buradaki linkten izleyebilirsiniz.

FRANCESCO TAŞKAYALI İLE TÜRK MÜZİĞİ SOHBETİ

Program kapsamında 24 Ocak 2021 tarihinde yapılan söyleşiye ise  ünlü piyanist ve besteci Francesco Taşkayalı katıldı. Taşkayalı ile Türk müziğini hakkında bir sohbet gerçekleştirildi. Francesco Taşkayalı, programa çaldığı udu katılan babası Sıdkı Taşkayalı ile müzik dinletisi gerçekleştirdi.

Taşkayalı, “Ben besteciyim. Roma’da doğdum. İstanbul’da büyüdüm. Babam Türk bildiğiniz gibi. Bu nedenle Türk kültürü içime ve zihnime işledi diyebilirim. Türk müziğinin birçok motifi Türkçe ve İtalyanca dillerinden önce zihnimde oluşturmaya başlamıştı. Kafamın içinde daima bir melodi vardı diyebilirim. Tekli ritimler, 7-8’likler vesaire, bunlar hep aklımdaydı. Normalde biliyorsunuz çocuklar televizyon izler. Orada jçizgi film müzikleri vardır. Film müzikleri vardır. Bu sayede müzikle, melodilerle temas kurmaya başlarlar. En azından Batı dünyasında böyledir. Bizim evde değişmez müzik de babamın çaldığı eserlerdi. Evde hep Osmanlı müzikleri çalardı. Zaman içinde çok fazla eser besteledim ve CD’lerim de çıktı. İstanbul’dan da çok fazla ilham aldığımı söyleyebilirim.”

TÜRKÜLERİN YERİ BENİM İÇİN ÇOK ÖZEL

Tiyatrolarda, hapishane ve hastane gibi yerlerde ve evsizler için yapılan sosyal projelerde sanatını icra eden Taşkayalı sanatı halkın içine götürmenin esas olduğunu belirtti.

Aktaş’ın Türk müziği türleri arasında hangi müzik türünün Türk halkını en iyi şekilde temsil ettiğine dair sorusuna Francesco Taşkayalı şöyle cevap verdi:

“Benim için türkü bu sorunun yanıtı. Benim için türkü şarkı haline getirilmiş bir şiir. Bu Batı dünyasında olmayan bir şey. Türküler çok romantik temalardan bahseder. Hayattan, aşktan bahseder. Havadan sudan konulardan asla bahsetmez türküler. Benim için bu müzik türünün felsefi bir yapısı var. Böyle tanımlayabilirim. Bu yüzden de bütün müzik türleri içinden bir tanesini seçmeye kalksam türküyü seçerim diyebilirim.”

Sıdkı Taşkayalı ise Türk müziği içince halk müziğinin ve türkülerin kendisi için çok özel bir yeri olduğunu söyledi. Bağlamada çalan Sıdkı Taşkayalı, “Türkülerimiz benim için çok önemli nokta türkünün temsil ettiği nokta. Türkü bir toplumun duygularını temsil eder. Bunların söz yazarlarının ve bestecilerinin belli bile olmamasına rağmen biz yüzyıllarca yıl önce yazılmış bu türküleri yaşıyoruz. Bu türkülerle heyecanlanıyoruz. Savaşlar, hayat, aşklar mücadeleler… Bunların hepsini bir efsanenin çeşitli bölümleri gibi türküler sayesinde gözümünüz önünden geçercesine görebiliyoruz. Türkülerin ve türkü yazarlarının başarısı bence buradan geliyor. Kelimenin ve müziğin gücü buradan kaynaklanıyor. Aynı zamanda büyük çeşitlilik gösteriyor. Bölgeden bölgeye çeşitlilik gösteriyor.”

Francesco Taşkayalı Türkiye’de Batı müziğinin nasıl uygulanıyor sorusu üzerine, dünyanın bütün ülkelerinde 10 parçaya baktığında ya Amerika ya İngiltere parçaları çıktığını belirtiyor. “Bunun kabul etmek lazım. Büyük bir başarıyla müziklerini ihraç etmeyi başardılar. Amerika örneğinden bahsedersek tabi ki bir müzik endüstrisinden bahsediyoruz. Bunu bir yumuşak güç olarak kabul edebiliriz. Bu bir kültürel yayılma aracı aslında. Ben daima gençliğime baktığımda İtalya’da dinlediğim parçalar neyse Türkiye’de de aynı parçaları dinliyordum. Buna ek olarak da yerel dillerde dinlediğimiz müzikler, kendi müziğimiz var. Orada çok büüyk bir çeşitlilik söz konusu. Benim en çok sevdiğim parçalardan bir tanesi ve hatta ilk hatırladığım şarkılardan biri Tarkan’ın.”

Enstrümantal müzikleri sevdiğini belirten Francesco Taşkayal Fazıl Say’ın parçalarını sevdiğini ve Say’ın Türk kültürünü uluslararası platformuna taşdığını belirtti.

DOÇ. DR. VALERIA GIANNOTTA İLE TÜRKİYE’DE EĞİTİM VE AKADEMİ DÜNYASI

Türkiye Üzerine Sohbetler programının 31 Ocak 2021 tarihindeki bölümüne İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Valeria Giannotta katıldı. Giannotta, Sevim Aktaş ile birlikte  Türkiye’de Eğitim ve Akademi Dünyasını ele aldı. Türkiye’de bulunduğu 12 yıl boyunca eğitim sistemine dair gözlemlerini aktaran Giannotta, İtalya ve Türkiye’de eğtiime olan yaklaşımın çok farklı olduğunu belirtti. Doçentlerin öğrencilerden kendilerini daha mesafeli bir şekilde konumlandırdıklarını ancak Türkiye’de öğrenciler ve öğretmenler arasında saygının her zaman korunduğu daha sıcak bir ilişki olduğunu dile getirdi. Doç. Dr. Valeria Giannotta, Türkiye’deki meslektaşlarıyla oldukça samimi ve sıcak bir ilişkisi olduğunu vurguladı. Araştırma yaptığı sırada oldukça yardım gördüğün belirten Giannotta, Türkiye’deki akademik dünyada bilgi paylaşımının oldukça iyi bir noktada olduğunu söyledi.

Roma Yunus Emre Enstitüsü Müdürü Sevim Aktaş'ın Doç. Dr. Valeria Giannotta ile yaptığı söyleşiyi buradaki linkten izleyebilirsiniz.

LUIGI BALLARIN İLE “TÜRK SANATLARI VE TÜRKİYE’DE SANAT”

Türkiye Üzerine Sohbetler programının 21 Şubat 2020 tarihindeki bölümüne ise sanatçı Luigi Ballarin katıldı. Sevim Aktaş ile Luigi Ballarin “Türk Sanatları ve Türkiye’de sanat” konusunu ele aldı.

Venedik doğumlu olan ve İstanbul’da yaşayan Luigi Ballarin’in İslam dünyası ve Ortadoğu ile temasları 1996 yılında başlamasının ardından Ballarin’nin ilk sergisi 2000’li yıllarından başlarına tekabül ediyor. İlk sergisinden itibaren Ballarin’in eserleri kişisel ve ortak olarak düzenlenen 100’ün üzerinde sergide yer aldı. Balkanlar’dan Ortadoğu’ya ABD’den Asya’ya uzanan bir kariyeri olan Ballarin kültürel sembollerden etkileyici ve gizemli karakterlerden yararlanan soyut bir sanat dili kullanıyor. İtalyan eleştirmenlerin, çağdaş Oryantalizm kavramının çok ötesine geçtiğini söyleyen Ballarin, programda sanat ve hayat deneyimini paylaşırken Doğu ile Batı arasındaki bağları da güçlendirmek üzere çalışmalarına devam ediyor.

Sevim Aktaş’ın “Genel olarak Batı Sanatı’ndan ve klasik İtalyan sanatından farklı bir sanat mirasımız var. Genel olarak geleneksel Türk sanatlarını nasıl buluyorsunuz ve bu sanatlardan hangisine kendinizi daha yakın hissediyorsunuz" sorusuna Ballarin şöyle cevap verdi:

“Sizin de aynen ifade ettiğiniz gibi belli görsel sanat dallarından bahsediyoruz ve bu da Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerinde kurulduğu toprakları ilgilendiren sanat dalları. Fakat yalnızca bu değil, aynı topraklarda hakimiyet kurmuş olan Hititler, Antik Yunan, Bizans medeniyetlerinden izler taşımakta.”

Ballarin, ebru, hat, çini, tezhip gibi Türk geleneksel sanatlarına dair yaptığı sunumda bu sanatlarda kullanılan malzemeler ve tekniklerden bahsetti. Ballarin ayrıca bu sanatların Hitit, Bizans, Osmanlı ve Selçuklu kültüründeki yerlerinde de değindi.

Aktaş’ın “Siz çok uzun süredir Türkiye’de kalıyorsunuz. Tabi ki Türkiye’deki sanat dünyasını yakından gözlemliyorsunuz. Bakış açınızla geleneksel Türk sanatlarının en öne çıkan unsurları hangileri ve geleneksel Türk sanatlarının sizce hala ayakta mı ve Türk halkı tarafından benimsenmiş durumda mı? Eğer öyleyse bu tutkunun unsurları nelerdir?” sorusunda karşı Ballarin şöyle cevap verdi:

“Hat sanatının kesinlikle Osmanlı dönemi başta dönemi olmak üzere biraz daha prestijli bir yere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Burada Abbasi Yakut Bağdat isimli önemli sanatçı sayesinde ve Mustasini sayesinde Anadolu’ya geldiğini söyleyebiliriz. Kanunu Sultan Süleyman döneminde en zengin dönemini yaşayan bir sanattan bahsedebiliriz. Burada kelimelerin, harflerin birbiri içine yerleştirilmesinden kaynaklı çok ciddi bir estetik algı söz konusu. Osmanlı döneminde altın çağını yaşamış bir sanattan bahsediyoruz. Halıların da altını çizmek istiyorum. Çünkü halılar genel olarak bir dekoratif unsur olarak, tabi ki dini semboller başta olmak üzere başka semboller ve kültürel ve sanatsal unsurları bünyesinde barındıran bir sanat eseri. Orta Asya’nın genel olarak göçebe kültürlerinden itibaren, burada başa çadırlar olmak üzere içinde yaşanılan mekânlar için bir tasarım unsuru. Anadolu’daki yerleşik düzene geçtikten sonra halılar önemini taşımaya devam ediyor.

Bu farklı sanat dallarının kullandığı sanat teknikleriyle başlayalım. Resim sanatı çok formlu sanat dallarından biri. Resim sanatı içinde çok farklı teknikler ve malzemeler kullanılıyor. Resim sanatını sadece çağdaş sanatçılar değil antik çağlardan beri hayatta olan bir teknik diyebiliriz. Ebru da bu resim tekniklerinden biri."

Ballarin, çok farklı medeniyetlere ev sahipliği yapan Türkiye’nin çok farklı kültürlerin birikimlerini miras aldığı için Türkiye’deki geleneksel sanatların oldukça zengin olduğunu belirtti. Hititlerden, Osmanlı, Selçuklu ve Bizans ve Roma’nın mirasının çok önemli olduğunu kaydeden Ballarin, Hat sanatının ve minyatürlerin kendi sanatı için oldukça önemli olduğunu ifade etti. Ballarin Arapça’ da bildiği için bunlara sanatında daha fazla yer vermeye çalıştığını söyledi. Ballarin sanatında dua yöntemlerini, felsefe ve inanç unsurlarına da çokça yer verdiğini dile getirdi.

Roma Yunus Emre Enstitüsü Müdürü Sevim Aktaş'ın Sanatçı Luigi Ballarin ile yaptığı söyleşiyi buradaki linkten izleyebilirsiniz.

ARSLANTEPE KAZI HEYETİ ESKİ BAŞKANI PROF. DR. MARCELLA FRANGIPANE: ARSLANTEPE, ONLAR İÇİN GÖNÜL MESELESİ

Arslantepe Kazı Heyeti eski Başkanı, İtalya Roma La Sapienza Üniversitesi öğretim üyesi Profesör Doktor Marcella Frangipane, 28 Şubat 2021 tarihinde Yunus Emre Enstitüsü Roma Kültür Merkezince düzenlenen Türkiye Üzerine Sohbetler programına katılarak soruları cevapladı.

Prehistorya (yazılı tarih öncesi dönem) ve Protohistorya (prehistorya ile yazılı tarih arasındaki dönem) alanında Yakın Doğu ve Ortadoğu odaklı çalışan Frangipane halen üniversitesinde lisans, yüksek lisans ve doktora seviyesinde tez yazımı konularında dersler vereiyor. Türkiye’nin yanı sıra İtalya, Mısır ve Meksika’da çalışan, 1976’da çalışmaya başladığı Arslantepe kazılarını 30 yıl boyunca yöneten dünyaca ünlü İtalyan arkeolog çok sayıda prestijli bilim kuruluşunun üyesi, İtalya Cumhurbaşkanınca verilmiş devlet nişanı sahibi, bir dönem İtalyan’ın ünlü arkeoloji dergisi Origini’nin yayın yönetmenliğini yapmıştı. Aktaş Frangipane’nin “Arslantepe’deki araştırma çalışmalarının kalbini teşkil ettiğini” anlattı.

Bilim dünyasında kabul gören bu değerlendirmenin sebebinin Türkiye’nin sadece coğrafi açıdan Avrupa ve Asya arasında bir köprü olmasıyla açıklanmasının yetersiz kalacağını belirten Prof. Dr. Frangipane şöyle konuştu:

“Türkiye aynı zamanda farklı medeniyetler arasında köprü teşkil eder. Uzun tarihi boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Ben mesleki formasyon olarak antik dönem uzmanıyım, onun için özel ilgi alanım. Türkiye’yi eşsiz kılan olgu, MÖ on binlerden itibaren başlayan, Neolitik Devrim diye adlandırdığımız bir süreç. Bu döneme ‘devrim’ denmesinin sebebi özel bir olayın ortaya çıkmış olmasıdır. İnsanlar avcı-toplayıcı düzenden besinlerini ürettikleri, yerleşik düzene geçiyorlar. Mesleki dalların belirlenmesi bu süreçte ortaya çıkıyor. Bu çok hızlı bir şekilde gerçekleşmedi, birkaç bin yıl sürdü. Türkiye, Neolitik Dönemde kilit bir nokta. Toroslar büyük önem kazandı. Çatalhöyük, Caferhöyük (Konya), Caferhöyük (Malatya; Karakaya Baraj gölü altında), Çayönü (Diyarbakır-Ergani) önemli yerleşimlerdi. Elbette son dönemde Göbeklitepe önem kazandı. Sadece bu alanlar değil başka alanlar da vardı; Orta Anadolu’da Uşaklıhöyük (Yozgat-Sorgun) gibi. Bu alanlar, Güneydoğu medeniyetlerin bütününün gelişiminde Yakın Doğu ile bağlantı kurmamızı sağladı. Halkların gelişimiyle medeniyetler bu topraklarda içten, derinden gerçekleşti.”

Arslantepe’de rastlanan kamusal işlevli yapıların Mezopotamya ile paralellik gösterdiğini, bunun normal olduğunu anlatan Frangipane, burada laik bir sistemin de gözlemlendiğini belirtirken, daha önceki evrelerde bütün yaşam ve önemli faaliyetlerin tapınaklar etrafında gerçekleştiğini; sadece törenler, ayinlerin değil, duruşmalar, yiyecek dağıtımı gibi faaliyetlere tapınak etrafında rastlandığını anlattı.

Arslantepe’de ön plana çıkan saray yapıları hakkında bilgi veren Frangipane, avlular, koridorlar, depolama odaları, testiler, çeşitli kap kacak ve sarayın arka kısmında seçkin sınıfa ait konutlara rastlandığını açıkladı.

Ziyarete açıldıktan sonra alanın ziyaretçi akınına uğradığını, ciddi sayıda yerel turistin gezdiğini, Türkiye’nin başka şehirlerinden de ilgi gördüğünü söyleyen Frangipane şöyle konuştu:

“Biz yöreden işçilerle yola çıkmıştık; bazen onların oğulları ve torunları da bizimle çalıştı. Bilimsel bilgileri, teknik bilgileri eksik olsa da, bu sitin kendileri için ne kadar önemli olduğunu gerçekten çok iyi anladılar. Biz sürekli orada değiliz, yılda iki ay çalışıyoruz. Bir bekçi var. Burada kılıçların bulunması çok dikkat çekti. Bu dikkat çekme kötü anlamda da olabiliyor. Ne yazık ki dünyanın her yerinde kaçak kazılar var. Arslantepe’de kaçak kazıyla karşılaşmadık. Bu halkın site ne kadar sahiplendiğini gösteriyor. Siz istediğiniz kadar bekçi koyun, kötü niyetli insanlar kaçak kazının yolunu bulur. Ancak halk bu siti koruyor, sahiplendi. Bekçinin yetişemediği yerde, etrafta tanımadıkları bir araba görseler, sima olarak tanımadıkları kişileri görseler hemen yetkili makamlara haber veriyorlar. Bu, onların toprağı, buranın gerçek sahipleri onlar. Arslantepe, onlar için bir gönül meselesi.” 

Frangipane, Şanlıurfa’da yer alan, son yılların popüler tarihi mekânlarından Göbeklitepe hakkında bir soruya cevap verirken, barındırdığı konutlar, alçak kabartmalı sütunları, yapıları ve diğer değerli eserlerle özel bir yer olduğunu ama burasının bir şehir olmadığını söyledi. 

Sevim Aktaş’ın arkeolojik miras içerisinde Türkiye kültüründe en değerli unsurun ne olduğuna ilişkin olarak Frangipane şu cevabı verdi:

“Türkiye’den sayısız medeniyet geçti, hüküm sürdükleri yerde derin izler bıraktılar. Birçoğu tarih ve arkeoloji sayesinde yaşatılmış ve aktarılmış durumda. Korumamız gereken bir tanesi kerpiç tuğla kullanımı diyebilirim. Sadece estetik açıdan güzel bulmuyorum, aynı zamanda kullanışlı, fonksiyonel, ısı yalıtımı sağlıyor. Özel isteğim üzerine kazı evimizi kerpiç tuğladan yaptık; kışın sıcak, yazın serin tutan olağanüstü bir malzeme. Elbette bakımı zor, çabuk zarar gören, çamurdan yapıldığı için sürekli yenileme gerekiyor, dikkatli bakım yapmak zorundasınız. Türkiye’de birçok yerde gözlenen bir gelenek. Kerpiç yapılar içerisinde ocaklar, farklı tesisatlar gördüm. Bu mimari değeri korumak ve unutmamak çok önemli.”

Roma Yunus Emre Enstitüsü Müdürü Sevim Aktaş'ın Profesör Doktor Marcella Frangipane ile yaptığı söyleşiyi buradaki linkten izleyebilirsiniz.

Diğer Etkinlikler

Yunus Emre Enstitüsünün katkılarıyla, tarihi yüzyıllar öncesine dayanan ve unutulmaya yüz tutmuş kadim sanat...

Türkiye ve Çin sürdürülebilir enerji alanındaki iş birliği projelerini, Çin Ulusal Enerji Yatırım Kuruluşunun (SPIC) ev...

Yunus Emre Enstitüsü, çocuklar ile gençlerin yapay zekâ ve NFT gibi yeni teknolojileri kullanarak sanat eserleri...

Seul Yunus Emre Enstitüsü (YEE) tarafından Güney Kore 3. Ulusal Türkçe Konuşma Yarışması düzenlendi. Yarışma, Hankuk...